Şizofreni
Şizofreni Nedir?
Şizofreni; dil, düşünce, duygu, davranış, algılama gibi özellikleri etkileyebilen, kronik bir beyin hastalığıdır. Hastalık kişiyi dış dünyadan koparır. En temel özelliği dış dünyada olan bitenle kişinin iç dünyasında olan bitenlerin ayırt edilmesindeki bozukluktur. Kişi çevresindeki gerçeklerden uzaklaşmaya, kendi iç dünyasında yaşamaya başlar. Beraberinde gerçek dışı düşünceler, gerçek dışı sesler ve görüntüler hastalığa eklenir. Kişi hayatını bu düşüncelerin, duyumların etkisi ile yönetmeye başlar. Arkadaşları, ailesi bu durumu anlamakta zorlandığı, bunları davranış problemi zannettiği için içe kapanıklık da gittikçe artar. Şizofreni kronik seyirli bir ruhsal bozukluktur ve doğru ve etkin bir tedavi ile belirtilerin azaltılması, kontrol altına alınması mümkündür. Hastalığın ağırlığı kişiden kişiye değişmektedir. Hastalığın her zaman çok ağır seyrettiği, düzelmeyeceği düşüncesi toplumsal bir önyargıdır. Bazı hastalar sadece hafif bir psikotik atak geçirirken bazıları ise yaşamları boyunca çok sayıda, şiddetli ataklar geçirebilirler.
Şizofreni hastaları için dünya kafa karıştırıcı görüntü, düşünce ve ses karmaşıklığı içerisindedir. Bu da şizofreni hastalarının çok garip ve hatta bazen şok edici davranışlar içerisinde olmalarına neden olabilir. Hastaların gerçeklikle temaslarını yitirdikleri ve kendilerini kaybettikleri, ani davranış ve kişilik değişikliği gösterdikleri bu döneme psikotik atak denilir.
Şizofreninin ömür boyu görülme oranı % 0,5-1’dir. Şizofreni kadın, erkek, ırk, sosyo-kültürel seviye farkı gözetmeksizin her toplumda görülebilen bir hastalıktır. Genellikle 20’li yaşlarda başlar. İleri yaşlarda da başlayabilir. Ancak ergenlik öncesi başlama ihtimali çok düşüktür. Toplumda görülme oranı az olmamasına rağmen hasta ve yakınları damgalanma konusundaki hassasiyetleri nedeniyle saklanmakta ve sosyal alanlardan, toplumsal faaliyetlerden izole bir yaşam sürmek zorunda kalmaktadırlar.
Şizofreni Nasıl Başlar?
Hastalığın başlangıcı çoğu zaman sinsidir. Hastaların aileleriyle ilişkilerinin bozulması, okul başarısının düşmesi veya mesleki işlevselliklerinin azalması, içe kapanma, öz bakım becerilerinin ve ilgilerinin azalması, davranış değişiklikleri hastalığın habercisi olabilmektedir. Hastalık alevlenmeden önce geçen bu süreç bir yıl veya daha uzun olabilir. Ancak şizofreni bir stres faktörü ile birlikte aniden de ortaya çıkabilir. Ani başlangıç genellikle hastalığın seyrinin iyi olacağını gösterir.
İlk atak, sevgiliden ayrılmak, madde kullanımı, sevdiği birinin kaybı gibi çevresel veya sosyal bir değişim ile tetiklenebilir. Bu gözlem sebebiyle aileler hastalığın sebebinin genellikle o travmatik olay olduğunu düşünür. ‘Kız arkadaşından ayrılınca hastalandı. Olayı kaldıramadı’ gibi yorumlar aileler tarafından sıkça yapılır. Bu yorumların zemininde ailelerin hastalığı kabullenmekte yaşadıkları zorluk bulunmaktadır.
Hastalık bazı hastalarda ataklar ve iyileşme dönemleri ile seyreder. Ancak iyileşme dönemlerinde dahi hastalanmadan önceki iyilik düzeyine dönülemeyebilir. Bazı hastalarda ise kronik bir seyir olmaktadır. Daha az olmakla birlikte kimi hastalarda da tamamen düzelme görülebilir. Hastaların yaklaşık %30’u normal yaşamlarını iyi bir şekilde sürdürebilmekte, sosyal yaşama uyum sağlayabilmektedir.
İlk ataktan sonra tedricen bir düzelme dönemi olur. Yine de düzenli ilaç kullanımı olan hastalarda bile ilk yılda tekrar riski %40 civarındadır. Hastalığın ilk beş yılında ilerdeki seyir genellikle belli olur. Özellikle erken ve etkili bir tedavi ile alevlenmeler önlenebilirse hastalığa bağlı yeti kaybının önüne geçilmiş olur. Yine de hastaların %50’si tekrarlayan hastane yatışlarına ihtiyaç duyarlar.
Şizofreninin Nedenleri
- Strese Yatkınlık Modeli
Hastalığa biyolojik ve genetik yatkınlıkları olan kişiler yoğun, baş etmekte zorlandıkları bir strese maruz kaldıkları zaman psikiyatrik hastalık geliştirmektedir. Aynı biyolojik veya genetik yatkınlığı olmayan kişiler aynı düzey strese maruz kalsalar da şizofreni geliştirmeyeceklerdir.
- Genetik
Şizofreni genetik yatkınlığın olduğu bir hastalıktır. Anne babasından biri şizofreni olan bir çocuğun hastalığa yakalanma riski %12’dir. Anne babanın her ikisi de şizofreni ise risk %40’lara çıkmaktadır. Evlat edinilen tek yumurta ikizlerini inceleyen çalışmalar vardır. Bu çalışmalarda evlat edinen anne babalarca yetiştirilen ikizlerle biyolojik anne babaları tarafından yetiştirilen ikizlerin aynı oranda şizofreniye yakalandığı görülmektedir. Bu bulgu genetik etkinin çevresel etkiden daha önemli olduğunu göstermektedir. Hastalığın geçişinden hangi genlerin sorumlu olduğu hala tam olarak bilinmemekle birlikte çok sayıda gen suçlanmaktadır.
Şizofreni belirtilerinin oluşmasında beynin orta-iç bölümümde bulunan limbik bölge denilen alanda ‘dopamin’ aktivitesinde artma, beynin ön bölgesi olan frontal bölgede ise dopamin aktivitesinde azalma izlenmiştir. Kullanılan ilaçların çoğu da dopamin üzerinden etkilidir. Frontal bölge beyinde problem çözme, plan yapma, organizasyon, muhakeme etme gibi işlevlerden sorumludur. Bu bölgenin işlevselliğindeki bozulma bütün bu fonksiyonları bozar. Limbik bölgenin etkilenmesi ise gerçek dışı düşünce ya da algılara sebep olur. Şizofrenide bu iki bölgede de beyinde küçülme izlenir. Limbik bölgede ki küçülme önceki deneyimleri hatırlayarak o anki duruma uygun davranışları geliştirmekte rol oynayan bellekle de ilgili sorunlara neden olur. Eski bilgileri değerlendirip duruma uygun yeni yorumlar yapmak bozulur. Sonuçta hayatın içinde sağlıklı kişiler için çok basit görünen, düşünülmeden kolayca yapılan pek çok işlev hastalarda aksamaktadır. Örneğin kardeşinin evlendiği kızın ailesiyle görüşürken onlara daha saygılı, kibar, mesafeli davranması gerekirken kardeşine yaptığı şakaları onlara da yapabilir.
- Psikososyal ve çevresel etkenler
Önceleri aile yapısı, annenin olumsuz davranışları şizofreni gelişiminde suçlanmıştır. Artık bu tür yaklaşımların doğru olmadığını biliyoruz. Ancak çalışmalar gösteriyor ki duygu dışa vurumu yüksek ailelerde hastalığın tekrarlama oranları artmaktadır. Duygu dışa vurumunun yüksek olması; ailenin beklenti düzeyi yüksek, zorlayıcı, eleştirel bir yaklaşım içinde olduğu anlamına gelmektedir. Ailenin bu tarz zorlayıcı yaklaşımları stres düzeyini artıracağı için atakları tetiklemektedir. Örneğin yukardaki örnekte olduğu gibi uygun olmayan bir yerde uygun olmayan şakalar yapan hastayı ailesi fazlasıyla eleştirebilir. Aslında hiçbir kötü niyeti olmayan hastanın kendine güveni azalmaya başlar, stres düzeyi ve sonuçta hastalık belirtileri de artar.
Şizofreni hastasının temel ihtiyaçlarının arasında kabullenilmek, ortaya çıkan problemlerin onun tercihi değil hastalığın bir parçası olduğunun anlaşılması vardır. Anlaşılmak ve kabul görmek hepimize iyi gelir.
Şizofreni Belirtileri Nelerdir?
Hiçbir belirti veya bulgu şizofreni için tanı koydurucu değildir. Şizofrenide görülen belirtilerin hepsi diğer psikiyatrik hastalıklarda da görülür. Hastalık bulguları da zaman içinde değişebilir. Bu sebeple hastalığın öyküsünü, hastalık öncesi kişilik özelliklerini tam öğrenmek gerekir.
Şizofreni bulgularını anlamak için en pratik yol rüyalarımıza bakmaktır. Hepimiz her gece rüya görürüz. Rüyalarımızda gerçekte olmayan görüntüler görür, sesler duyarız. Farklı olaylar yaşar, kimine üzülür kimine seviniriz. Sabah olduğunda aslında hiçbirinin gerçek olmadığını fark ederiz. Beynimiz bütün gece bunları üretip bizim inanmamızı sağlar. Şizofrenide ise kişi aslında uyanık olduğu halde sesler duyar, görüntüler görür, garip şeylere inanır. Bütün yaşadıkları, düşündükleri o kişi için gerçektir. Beyni bütün o görüntüleri gerçek gibi gösterir, sesleri dışardan geliyor gibi duymasına neden olur.
Çoğu hastada karakter değişiklikleri ve okul başarısında düşme, işlevsellikte azalma ile seyreden öncül bir dönemin sonunda hastalık şiddetli ve ani bir atakla başlar. Belirtiler üç ana grupta toplanır:
- Pozitif Belirtiler
- Negatif Belirtiler
- Dezorganize Belirtiler
- Pozitif belirtiler
‘Fazladan olan’, yani hasta olmayan insanlarda görülmeyen belirtilerdir. Bunlar çok renkli, alevlidir. Gerçek dışı inançlar olabilir. Dış gerçeklikle ilgili hatalı çıkarımlara dayanan, hastanın zekası ve kültürel geçmişiyle açıklanamayan düşüncelerdir. Bu düşünceler mantıklı açıklamalarla düzeltilemez. Kişi takip edildiğini, öldürüleceğini, zarar göreceğini düşünebilir. Uzaydan gelen varlıkların beynini okuduğu ve kendisini yönettiği gibi saçma düşüncelere inanabilir. Eşinin kendisini aldattığı gibi düşünceler de olabilir.
Kişi gerçekte olmayan görüntüler görebilir, gerçekte olmayan sesler duyabilir. Bu seslerle veya görüntülerle konuşabilir. Dışardan gözlendiğinde garip hareketler yapıyor veya kendi kendine konuşuyor gibi görünür. Şizofreni beyin fonksiyonlarını çok farklı alanlarda bozabilen bir hastalıktır. Konuşma ve dil de bunlardan biridir. Kişi mantıksız ve bağlantısız konuşabilir. Hastalık ağır seyrettiğinde cümle bütünlüğü bozulabileceğinden konuşma anlaşılmaz olabilir.
Hastalık beynin önemli işlevlerinden biri olan ‘muhakemeyi’ de bozabilir. Bu bozulma nedeniyle toplum içinde o anki duruma uygun olmayan davranışlar, konuşmalar olabilir. Bazen çocuksu davranışlar görülebilir. Bu tarz davranışlar toplum içinde çok yadırganmakta, zaten hastalık sebebiyle içe kapanan bireyin daha da dışlanmasına neden olmaktadır. Bu davranışların kasıtlı yapılmadığı, hastalığın ‘nerde, nasıl davranılacağı’ ile ilgili karar vermeyi bozabileceği topluma sıkça anlatılmalıdır.
- Negatif belirtiler
‘Eksik olan’ belirtilerdir. Hasta olmayan insanlarda normalde var olan ama şizofreni hastalarında azalan davranışlardır. Bazı davranışlar ve duygulanımlar yetersizdir.
Kişi çoğu zaman hastalığın alevli bulguları başlamadan önce ailesinden, arkadaşlarından uzaklaşmaya başlar. Gittikçe içine kapanır. Odasından çıkmamaya başlayabilir. İşine, gücüne, hayata karşı motivasyonu azalır. Dikkati dış dünyadan kendi iç dünyasına doğru kaymaya başlar. Artık daha önceki amaçlarının, işinin, okulunun önemi kalmamıştır. Bazen dış dünyaya karşı ilgisi o kadar azalır ki birlikte yaşadığı insanların hayatındaki önemli değişiklikleri bile takip edemez. Bize gelmeden önce yıllarca tedavi almayan bir hastamız tedavi ile düzelince ‘senelerce aynı evde birlikte oturduk. Çocuklarım kendi dünyalarını kurmuşlar, ben hiç farkında değildim. Kendi köşemde oturuyordum. Hayatlarındaki güzel olayların hiç birini onlarla paylaşamadım. Şimdi fark ediyorum’ demişti.
Şizofreni hastası bir işe başlayıp, süreci planlayıp devam ettirmekte ciddi bir zorluk yaşar. Bu durum hasta olmayan kişiler için çok basit görünse dahi önemli bir zihinsel planlama ve organizasyon gerektirir. Sonuçta hasta aslında öyle olmadığı halde toplum tarafından ‘tembel’ olarak algılanır. Hem bazı şeyleri yapamamanın sıkıntısını yaşar, hem de ailesi tarafından sürekli yapmamakla suçlanır.
Duygu ifadesi bozulabilir. Jest ve mimikler azalabilir. Duygu ifadesi, hissediş bozulduğu için çoğu hastanın çevresindeki insanlar gerçekten hiçbir şey hissetmediğini zannederek gittikçe daha zorlayıcı davranmaktadır. Aslında bu kadar büyük problemlerle baş etmeye çalışan şizofreni hastası bir taraftan da çok kırılgandır. Hayatın hiç de az olmayan yükünün üzerine çok ağır bir hastalığın yükü zaten binmiştir. İnsanların olumsuz davranışları da bir başka yük olmaktadır.
Hastalığın çok daha ağır seyrettiği durumlarda katatoni (çok uzun bir süre kişinin aynı pozisyonda hareketsiz kalması), temizlik alışkanlıklarının ve kişisel bakımın bozulması, konuşma sırasında anlamsız kelimeler kullanılması veya hiçbir anlamı olmayan cümleler kurulması, tekrarlayan anlamsız davranışlar olması gibi çevreyle iletişimi iyice bozan davranışlar da görülebilir. Bu daha ağır tablolar az bir hasta grubunda görülür. Ama çok dikkat çeker ve ciddi önyargılara neden olur.
Şizofreninin Alt Tiplerİ: Şizofreni paranoid, dağınık, katatonik, ayırt edilemeyen ve kalıntı tip olarak beş alt gruba ayrılmıştır.
Paranoid Tip: En sık görülen şizofreni alt tipidir. Bir veya daha fazla gerçek dışı düşünce (hezeyan, sanrı) ile aşırı meşguliyet ile birlikte gerçek dışı sesler veya görüntüler (halüsinasyon) vardır. Gerçek dışı düşünce genellikle diğer insanların kendisine zarar vereceği şeklinde veya diğer insanlardan üstün olduğu şeklindedir. Diğer tiplerden daha hafif seyirlidir.
Dağınık Tip: Bu tipin temel özellikleri dağınık konuşma ve davranıştır. Kişinin dış dünyayla, dış gerçeklikle bağlantısı çok zayıftır. Şizofreninin en ağır tipidir. Öz bakımları ve sosyal davranışları kötüdür. Duygusal yanıtları uygunsuz olabilir. Toplum bu grup hastaları anlamakta zorlandığı ve duygusal bağ kurmakta zorlandığı için şizofreniye olan önyargılar artmaktadır.
Katatonik Tip: Belirtileri çok alevlidir ve hızlı tedavi gerekir. Günlerce konuşmama, hareket etmeme, yemek yememe, sıvı almama olabilir. Gittikçe daha az görülmektedir.
Ayırt edilmeyen Tip: Kolayca şizofreni tanısı konulan, diğer tiplere benzemeyen bir tablodur.
Kalıntı Tip: Akut bir şizofreni atağından sonra az sayıda, kalıntı belirtilerle seyreden durumdur. Toplumdaki pek çok hasta bu gruptandır.
Şizofreni Tanısı Nasıl Konulur?
Şizofreni tanısı esas olarak psikiyatri hekimi tarafından yapılan muayene ve kişinin geçmiş hastalık öyküsünün değerlendirilmesi ile konur. Ancak özellikle hastalığın ilk dönemlerinde tanı koymak zor olabilir. Bu durumda kişiyi bir süre izlemek gerekir. Hastalığın tanısını tek başına koyduracak bir tahlil yoktur. Ancak şizofreniye benzeyen diğer hastalıklardan ayırt etmek için çeşitli kan tahlilleri, beyin filmleri yapılması gerekebilir.
Şizofreni Tedavisi
Şizofreni, biyolojik sebeplerin ağırlıklı olduğu bir beyin hastalığı olduğu için ilaç tedavisi ön plandadır. Düzenli ilaç kullanımı olmadan tedavi mümkün değildir. Ancak son yıllarda gittikçe artan şekilde tedaviye psikoeğitim, bilişsel-davranışçı terapiler, aile, grup ve bireysel terapiler, sosyal beceri ve rehabilitasyon programları eklenmektedir. Tedavi uzun ve zorlu bir süreçtir. Hastalık sürekli alevlenme ve yatışmalarla seyreden, değişken bir yapıda olduğu için tedavinin de belirtilerdeki bu değişikliklere göre sık sık yeniden ayarlanması gerekir. Bu sebeple yakın takip, sık kontrol önemlidir.
Doktorun ve hasta yakınlarının empatik, içten ve kabullenici yaklaşımı hastanın uyumunu artırmaktadır. Hastalığın doğası gereği kişi çoğu zaman hasta olmadığını düşünmekte, bu nedenle de tedaviyi reddetmektedir. Biz bu ‘hasta olduğunu fark etmeme’ durumuna ‘iç görü eksikliği’ diyoruz. İç görü eksikliği nedeniyle doktorla kurulan olumlu bir iletişim tedaviye uyumu artırır. Doktor hastanın aslında ne istediğine kulak vermelidir. Şizofreni hastasının çevresi için sorun olan durumlar hasta için gerçektir. O sebeple düzelmesini istemez veya gerçek olan bir durumun değişeceğine inanmaz. Onun ihtiyacına kulak vermeli ve tedaviye oradan başlanmalıdır.
Tedavide doktor, hasta ve hasta yakınlarının işbirliği başarıyı artırır. Şizofreni tedavisi bir ekip işidir.
Şizofreni tedavisinde antipsikotik ilaçlar kullanılır. Bu ilaçların çoğu beyinde dopamin denilen bir madde üzerine etki ederler. Şizofreni tedavisinde kullanılan ilaçlar son yıllarda gittikçe artmaktadır. İlaç tedavisinin yetersiz kaldığı, kişinin kendine ya da çevresine zarar verme riskinin olduğu, intihar düşüncelerinin olduğu, yeme reddinin olduğu daha ağır durumlarda hastaneye yatırarak tedavi vermek gerekir.
Hasta ilaç kullanmayı reddettiğinde sakince sebebi araştırılmalıdır. Şizofreni hastası hastalığın belirtilerinin çoğu zaman farkında olmadığı için tedavi ekibi ve aile ilaçlar konusunda ısrarcı olma eğilimindedir. Ama tedavi reddinin sebepleri öğrenildiğinde herkes için uygun bir çözüm üretilebilir. Kişi ilaç yan etkileri nedeniyle ilacı kullanmak istemiyorsa ilaç değiştirebilir. İlaç içmek iyileşmediği veya hiç iyileşemeyeceği düşüncesine neden oluyorsa psikoeğitim verilerek problem çözülebilir.
Tedavide kullanılan bazı ilaçların 2-4 hafta etkili enjeksiyon formları vardır. Bu ilaçlar tedavi uyumu olmayan veya ilaç almayı unutan hastalarda çok etkili olmaktadır.
Şizofreni hastalığının seyri sırasında depresyon veya anksiyete bulguları da zaman zaman ortaya çıkabilir. Bu sorunlar ortaya çıktığında tedavi tekrar ayarlanmalıdır.
Hasta Yakınları Nasıl Davranmalı?
Şizofreni belirtilerinin çoğu zaman sinsi, yavaş başlaması ailenin hastalığı fark etmesini zorlaştırır. Hastalık ergenlik döneminde başladığı için aileler çocuğunda ortaya çıkan değişiklikleri çocuğun karakteri veya ergenliğe bağlı geçici problemler zannedebilirler. Hastalıkla ilgili farkındalığı artırmak, psikoeğitim almak olan biteni anlamayı sağlar, uyumu artırır. Hem hastanın hem de ailenin durumu kabullenmesi hastalıkla mücadelenin başındaki ilk adımdır.
Aile gerçek dışı beklentilerden kaçınmalıdır. Beklenti düzeyinin yüksek olması hastalık belirtilerini artırır. Bazı aileler aşırı koruyucu davranmakta, bu da hastanın daha da çocuksu olmasına neden olmaktadır. Aile hastayı sorumluluk almaya yüreklendirmeli ama zorlamamalıdır. Sosyalleşme için desteklemelidir. Hasta yakınlarının dengeli tutumunun hastalık seyri üzerinde çok olumlu tesirleri olduğu bilinmektedir.
Hastanın söyledikleri mantıksız gelse de onunla tartışmaktan kaçınmak gerekir. Bunun yerine bu düşüncelere nasıl geldiğini, ne hissettiğini anlamaya çalışmalıdır. Özellikle başkalarının kendisine zarar vereceği inancı varsa kişi korku ve kaygı içindedir. Destek olmak, yanında olmak onu rahatlatacaktır.
Sık Sorulan Sorular
‘İyileşme’ teriminden ne anladığımız çok önemlidir. İlaç tedavisinin tamamen bırakıldığı, hiçbir belirtinin olmadığı, tekrarlamanın görülmediği bir oranda düzelme çok zordur. Ancak günümüzde iyileşme ölçütleri olarak kullanılan hastalık belirtilerinin bulunmadığı, sosyal ve aile içi ilişkilerde düzelme, topluma uyum sağlama, yaşam kalitesinde artma gibi ölçütler temel alındığında tedavi sonuçları şaşırtıcı düzeyde iyi bulunmuş, hastaların yarısından fazlasında “önemli” veya “tam” bir iyileşme saptanmıştır.
Şizofreni hastalarında çevresine zarar verici davranışlar ortaya çıkabilir. Ama bunlar çoğunlukla tedavinin olmadığı dönemde, gerçek dışı düşüncelerin etkisi ile ortaya çıkar. Medya şizofreni tanısı ile takip edilen biri cinayet işlediğinde çok abartılı haberler yayınlamaktadır. Ama gazetelerin ikinci sayfalarına bakarsanız bu tanıyı almayan pek çok insanın cinayet işlediğini görürüz. İstatistiklere baktığımızda da şizofreni hastalarının adam öldürme oranları normal popülasyondan fazla değildir.
Şizofreni hastası gerçek dışı düşünceleri alevli ise onların etkisi ile olumsuz davranışlar sergileyebilir. Takip edildiğini, öldürüleceğini zanneden kişi kendini korumak için karşısındakine zarar verebilir. Hem hastanın hem çevrenin bu zor durumu yaşamaması için hastalık alevlenmeden düzenli ilaç kullanımı sağlanmalıdır. Şikayetler alevli ise hastanın üzerine gidilmemeli, eleştirilmemeli, sakin olunmalıdır. Hastanın gerçek dışı düşünceleri ile uğraşmak yerine onu anladığını, yardım etmek istediğini, güvende olduğunu hissettirmeye çalışılmalıdır. Karmaşık cümleler yerine basit, net bir dille konuşulmalıdır. Normal zamanda yani hastalığın alevli olmadığı dönemde güven üzerine bir ilişki kurmak zor zamanlarda problem çözmeyi kolaylaştırır.
Hastalığa yatkınlığı olan kişiler baş etmekte zorlandıkları bir strese maruz kaldıkları zaman şizofreni gelişebilir. Ama yatkınlık yoksa stres ne kadar ağır olursa olsun şizofreni gelişmez. Stres sadece tetikleyici faktördür, sebep değildir.
Hastalığın tedavisinde etkili olan, dopamin dengesini düzenleyen temel ilaçlar bağımlılık yapmaz. Doktor tedaviye bağımlılık yapma riski olan ilaçları da ara ara ekleyebilir. Ama bunları kısa süre kullanıp keser. Doktorunuzun tavsiyelerini dinlerseniz bağımlılık gibi bir risk olmaz.
Eskiden şizofreni tedavisi için ilk kullanılan ilaçların yan etkileri biraz fazlaydı. Son yıllarda üretilen yeni ilaçların yan etkileri daha azdır. Hastalığın aktif olmasının kişiye ve çevresine verdiği zarar ise kıyaslanamayacak kadar fazladır. Hastalık kişinin çevresinden kopmasına, içine kapanmasına, garip davranışlara, eğitim hayatından ve mesleki hayatından uzaklaşmasına neden olur. Hastalığın yan etkileri ilacın yan etkilerinden çok çok daha fazladır.
Şizofreni tedavisinde, iyilik hali olsa bile çok uzun yıllar ilaç kullanmak gerekir. Çoğu zaman birden fazla ilaç kullanılmaktadır. Düzenli ilaç kullanmak hastalığı sürekli hatırlattığı için özellikle kişi kendini iyi hissediyorsa çok zorlayıcı olmaktadır. Şizofreni ile ilgili önyargıların fazlalığı nedeniyle kişi sık sık ilacı bırakıp aslında hastalıktan kurtulduğunu görmek ister. Ama şizofreni tedavisi tansiyon hastalığının tedavisi gibidir. İlaçlar bırakıldığı zaman hastalık geri gelir. Bu gerçekten can sıkıcı olabilir. Hastalığın olumsuz etkilerine katlanmaktansa ilaç kullanmak her zaman daha iyidir.
Şizofreni tanısını alan kişiler arasında hastalık belirtileri açısından belirgin bir farklılık vardır. Hem hastalığın alt tipleri çok farklı seyirlidir, hem de eğitim düzeyi, belirti örüntüleri, sorunla başa çıkma becerileri, kişilik özellikleri, strese karşı tepkileri gibi özellikler bireyden bireye farklılıklar gösterirler. Sonuçta birbirinden çok farklı hastalık tablosu çıkar.
Şizofreni biyolojik temeli ön planda olan bir hastalık olduğu için hekimin hastadan çok hastalığa odaklanma eğilimi olmaktadır. Hasta ise aslında hasta olmadığına inandığı için işler oldukça zorlaşmaktadır. Bu engeli aşmak için hekimin ve hasta yakınlarının hastanın düşüncelerini, duygularını, neye ihtiyacı olduğunu anlamaya çalışan, söylediklerini ciddiye alan, güven veren bir tutum içinde olması gerekir. Özellikle tedavinin başlangıcında hastalık belirtilerine hemen itiraz etmek, ‘onlar gerçek değil, sen hastasın’ gibi yaklaşımlar içinde olmak tedavi uyumunu daha da bozar. Bunun yerine bu belirtilerin nasıl ortaya çıktığını, kişi için ne anlama geldiğini, onu rahatsız edip etmediğini araştırmak işe yarar. Bu gerçek dışı belirtilerin konuşulması hastanın ciddiye alındığını hissetmesini sağlar. Kişiyi rahatsız eden sorun neyse o konuda yardımcı olup olamayacağına odaklanmak, kişiye bu noktada yardım teklif etmek daha uzlaşmacı ve işbirlikçi bir ilişki kurulmasını sağlar.
Geçmiş yıllarda şizofrenide psikoterapinin yeri olmadığı şeklinde yaklaşımlar öne çıkmaktaydı. Bir beyin hastalığı olması sebebiyle sadece ilaç tedavisinin işe yarayacağı düşünülmekteydi. Ancak bu yaklaşım karşımızdakinin ‘insan’ olduğu gerçeğini göz ardı etmektedir. İnsan biyolojik olduğu kadar psikolojik ve sosyal boyutları da olan bir varlıktır. Yeterli bir tedavi için hastalık belirtilerinin ortadan kaldırılması yanında yaşam kalitesinin artırılması, işlevselliğin hastalık öncesi düzeye çekilmesi, iş hayatına ve sosyal yaşama uyumun tekrar sağlanması, iletişim becerilerinin artırılması gerekir. Bu hedeflere ulaşmak ilaç tedavisine eklenen psikoterapi ve rehabilitasyon programları ile mümkündür.
Klinik deneyimim olarak, uzun yıllar şizofreni ve bipolar hastalarında ilaç tedavisine ek olarak hastaya ve hasta yakınlarına psikoeğitim ve hastaların katılacağı ergoterapi programlarıyla ilerleyen bir merkezde yönetici hekimlik yaptım. Daha önceki poliklinik deneyimlerim ile psikoterapi ve rehabilitasyon programlarıyla ilerleyen süreç arasında benim dahi şaşırdığım ve hayranlıkla izlediğim gelişmeler gözlemledim. Şizofreni hastalarında gelişim adım adımdır. Bir adım attığımızda şanslı hissettiğimiz hastalarımız olur. Fakat ben bu süreçte yıllardır hastalıkla hayata devam eden, kolu kırıldığında doktorlarına ‘kolum kırık, canım acıyor’ diyemeyen bir hastamın oturup insanlara kendini, hastalığı ve nasıl davranılması gerektiğini anlattığına şahit oldum. Hastalarımı bu seviyeye taşımak beni onurlandırıp duygulandırırken, iş birliğinin ve hastayı koşulsuz kabul edip her alanda desteklemenin gücünü gözler önüne seriyor.
Psikoterapi şizofrenide tedavinin tamamlayıcısı rolündedir. Şizofreni seyri sırasında depresyon veya kaygı bulguları da gözlenebilir. Kişi bunlarla baş etmekte zorlanabilir. Bu belirtilere bilişsel-davranışçı yaklaşımlar, sorun çözme becerilerini artıran, iletişim problemlerine odaklanan yaklaşımlar işe yarayacaktır. Şizofreni hastaları duygularını ifade etmekte zorlandıkları için toplum aslında çok kırılgan olduklarını fark etmemekte ve çok olumsuz davranabilmektedir. Sonuçta bu kişiler toplum tarafından pek çok travmaya maruz bırakılmaktadır. Bu travmaların ortaya çıkardığı belirtilerle mücadelede de psikoterapi işe yarar. Psikoterapi hastanın normal yaşam koşulları içinde karşılaştığı günlük sorunları da ele almalıdır. Hem aileye hem de bireye mutlaka psikoeğitim verilmelidir.
İşlevselliği arttıran ve belirtileri azaltan her türlü yaklaşım tedavinin vazgeçilmez parçalarıdır. Rehabilitasyon bireyin hem sosyal hem de yaşam becerilerini, işlevselliğini arttırır. Bu tür becerilerin kazanılması, belirtilerin azalması yanı sıra kendilik saygısının da artmasını sağlar. Rehabilitasyon hastalık tanısı konulduğu günden itibaren başlamalıdır.
Son yıllarda hastalıkların hastanede yatırılarak tedavi edilmesini temel alan hastane temelli ruh sağlığı modelleri yerine, yatış yapmadan kendi çevresinde tedaviyi temel alan toplum temelli ruh sağlığı modelleri ön plandadır. Bu sayede dünyada son 50 yılda hastane yatışları gittikçe azalmış, hastaların çok uzun süre kaldığı kapalı hastaneler kapatılmaya başlanmıştır. Bu çerçevede her ilimizde bir veya daha çok sayıda bulunan Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri açılmıştır. Bu merkezlerde şizofreni ve bipolar bozukluk tanısı ile takip edilen bireylere rehabilitasyon hizmetleri verilmektedir.
Şizofreni hastalarının birçoğu, başlangıçta tedaviden uzak durmaktadır. Bunun en önemli nedeni, şizofreni hastalarının damgalama sonucunda toplum dışına itilmeleri, hastalıklarından utanmaları, tedavi olmaya giderlerse hastalığının herkes tarafından öğrenileceğine dair kaygı duymalarıdır. Toplumun şizofreni hastalığından/hastalarından korkması, daha fazla hastanın evine kapanmasına, hastalığını utanç verici olarak algılayıp reddetmesine, dolayısıyla tedavi olanaklarından uzaklaşmasına neden olmaktadır. Ayrıca, yine benzer nedenlerden ötürü hasta yakınları da utanç hissetmekte ve çevresinden tepki/dışlama görmemek adına hastalığı çoğu zaman saklamaya çalışmaktadır. Şizofreni ile ilgili damgalamanın bir diğer sebebi hastaların saldırgan olabileceği düşüncesidir. Herhangi birimizin bir şizofreni hastası tarafından öldürülme olasılığı 14 milyonda 1’dir. Eğer hasta tedavi ediliyorsa saldırganlık riski çok azdır. Tam tersi, toplumun şizofreni hastalarını dışlaması hastalık belirtilerini arttırabilir. Hastalara destek olmak ve toplum içinde tedavi anlayışı iyileşmede çok önemlidir.
MC Clinic İle Sorunlarınıza Birlikte Çözüm Bulalım.
Alanında uzman psikiyatrist ve psikologlardan oluşan ekibimiz ile Kayseri’de hizmetinizdeyiz. Ekibimiz hakkında bilgi almak ve randevu oluşturmak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.